Ormanın içinde yürüyorum, yanımda sevgilim var. Kızıl saçları dalgalanıyor. Saçlarını izlerken gözüm arkasındaki bir şeye takılıyor. Otların hareketini takip ediyorum, yaşlı ve asil bir kurt beliriyor otların arasından. Onu yavaşça süzüyorum, aynı bakışlarla o da beni izliyor, daha sonra otların arasında kaybolarak yoluna devam ediyor. Sevgilim ile nereye doğru gitmemiz gerektiğini çok iyi biliyoruz. Uzun ağaçların tepelerinden sızan güneş ışıklarının aydınlattığı patikadan ilerliyoruz.
Büyük yapraklı bir bodur bir ağacın dalını kenara ittiğimde, evi görüyorum. Ormanın büyükçe bir açıklığının ortasında, eve giden bir patika yok, çiçeklerle bezenmiş yemyeşil çimenlik bir alan. Çimenler ne kısa, ne de uzunlar. Burası ne yabani, ne de düzenli. Eve ilk bakıldığı zaman taştan kulesi dikkat çekiyor. Ancak evin geri kalan kısmı koyu ahşaptan. Iki katlı evin büyük bir bölümü sarmaşıklarla kaplanmış durumda. Vitray camların etrafındaki çerçevelere bazı süslemeler ile bezenmiş. Vitraylara çarpan güneş ışığının parıltısı görülüyor. Eve giden yol açık, ne bir duvar, ne bir çit var. Elele tutuşarak eve doğru yürüyoruz.
Kapıdan girdiğimiz zaman, giriş holü ile karşılaşıyoruz. Yerler parlak koyu ahşaptan yapılmış, duvarlarda avlanan geyiklerin boynuzları asılmış, etkileyici bir giriş. Devam ediyoruz, kendimizi gölgelerle süslenmiş büyük bir salonda buluyoruz. Salonun duvarlarının neredeyse hepsi kitaplıklarla kaplanmış. Inanılmaz büyüklükteki halılar kaplıyor yerleri, halılar üzerindeki süslemeler vitraylardaki kadar etkileyici neredeyse. Büyük ve gene süslemelerle bezenmiş, gri granitten yapılmış bir şömine kitaplıkların arasına girmiş. Karşısında iki yumuşak koltuk. Salonun arka tarafında büyük bir yemek masası dikkat çekiyor. Masanın üzerinde şarap kırmızısı ipek bir örtü serili, gümüş şamdanlar masayı aydınlatıyor, bir kısmı hala gölgede. Sanki evin her tarafında ışık oyunları var. Üzerinde su damlaları bulunan meyvelerle dolu bir kâse duruyor masanın üzerinde. Birer tane elma alıyoruz kâseden...
Salondan çıkan büyükçe bir koridora yöneliyoruz, birçok odaya açılan kapıları açmadan en dipteki kapıya gidiyoruz. Arka bahçeye açılan bir kapı bu. Evin hemen yakınındaki göl ile karşı karşıya geliyoruz kapıyı açtığımızda. Hafif rüzgarın oluşturduğu küçük dalgacıklar gene burada da ışık oyunları oluşturuyor. Yerde, otların arasında eski, süslemelerle dolu, seramikten büyükçe bir kap duruyor. Kabı yavaşça yerden alıyorum. Bir elimde sevgilimin eli, diğer elimde ise kabı tutuyorum.
Gölün karşısında büyük bir söğüt ağacı var. Altında bir sürü renkli çiçek var, sevgilim orayı işaret ediyor. Gölün etrafında yavaşça yürüyerek oraya varıyoruz...
Suyun karşısına geçerken ne kadar ıslandığınız seks hayatınızın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Ehh... Sevgiyi destekliyorum ^^' =)