Vesper açıklarındayım. Yalnızlığımın tadını çıkarıyorum sanırım, kafam çok karışık. Kalbim yerinde yokmuşcasına az atıyor. Heyecanım kalmadı hiçbir şeye. Onu çok seviyordum, ama terk edip gitti beni. Sessizlik istiyorum belki de, tek bildiğim şey onu çok sevdiğim. Şarabımı yudumluyorum, zevk vermiyor artık. Kaptana “İleri” diye emir veriyorum, gitmiyor. Hareket edemiyorum. Gözlerinin içine bakıyorum ve bir daha “İleri” diyorum. Halen şaşkın bir şekilde yüzüme bakıyor. Yanıma gelip “ Efendim! İyi misiniz?” diye soruyor. O anda anlıyorum sesim çıkmıyor. Cevap veremiyorum. Vermeye çalışıyorum, ancak sesimi çıkaramıyorum. Kaptan “Bir dakika efendim, hemen geliyorum!” diyerek gidiyor. Yine yalnız kalıyorum. Yanımda kimse yok, kargaların sesini duyuyorum. Kaptan biraz sonra yanımda oluyor. Yeşil bir iksir uzatıp, “Buyurun için, iyi gelecektir!” diyor. İçiyorum. Üzerimden bir ağırlık kalkıyor, Kaptan’ın “Sanırım birisi sizi zehirledi Efendim, daha dikkatli olmalısınız bu günlerde” diyor ve geminin diğer ucuna doğru gidiyor.

İksir halen elimde, üzerine baktığımda “Cure Potion” yazısını okuyorum. Şarabımı kokluyorum, tayfalardan birini yanıma çağırıp şaraptan biraz içiriyorum. Bir zaman sonra onun benim gibi olmadığını görüyorum. Merak ediyorum, beni zehirleyen şarap değilse o halde nedir? “Kaptan” diye bağırıyorum. Kaptana bakarak, gideceğimiz yerin Britanya olduğunu söylüyorum.

Yatağıma yatıyorum, ama halen kafam çok karışık. Britanya’da ki büyücüye varıyorum. Derhal beni zehirleyen şeyin ne olduğunu bulmasını istiyorum. Bulamıyor. Belki buluyor fakat söylemek istemiyor. Bir poşet uzatıyor, alıyorum ve açmaya çalışıyorum. Büyücü “Hayır! Burada açmayın” diye kızgın bir sesle söyleniyor. Dışarı çıkıyorum, poşeti açıp içine baktığımda bir mezar taşı parçası görüyorum. Kafam daha çok karışıyor, ve yavaş yavaş mezarlığa doğru yürüyorum. Karşımda bir katil! Kılıcımı çekip peşinden koşuyorum. “Korumalar! Yardım Edin!” diye haykırıyorum ama kimse yanımda değil. Katili kaçırıyorum, aklıma beni takip edebileceği geliyor, giderek korkmaya başlıyorum. Kendi kendime “Sen Lord’sun. Herkes senin emrinde, niye korkuyorsun” diye söyleniyorum.

Mezarlığa vardığımda gördüğüm manzara içimi acıtıyor. “Kaptan!” diye bağırıyorum. Yerde yatmış bir şekilde yüzüme son kez bakmaya çalışıyor. Çantamdaki bandajı çıkarıp yaralarını sarmaya çalışıyorum. Kaptan “Efendim! Uğraşmayın zehirlendim” diye söyleniyor. Bandajlarımla zehirli kanları silmeye çalışıyorum. Aniden bana içirdiği “Cure Potion” aklıma geliyor. Büyücüye koşarak gidiyorum, “İksir istiyorum” diye bağırıyorum fakat içeride katillerin büyücüleri öldürmek üzere olduğunu görünce birden susuyorum. Sırtımdaki oku çıkarıp katillerin birini vuruyorum. Diğeri görüp üzerime doğru koşmaya başlıyor. Son okum olduğunu fark edip kılıcımı çekiyorum. Derin yaralar almama rağmen iksiri alıp mezarlığa koşmaya çalışıyorum. Gittiğimde Kaptan’ın yerde cansız bedenini görüyorum. Bu görüntü içimi acıtıyor, ama elimden bir şey gelmiyor. Derhal Vesper’e gidip tüm askerlerimi topluyorum. Britanya’da tüm katilleri bulup birer birer yok ediyorum ve korumalarımı orada bırakıp tek başıma yoluma devam ediyorum.

Mezarlığa gitmem gerektiğini hatırlayıp, orada ki en büyük mezarın önünde duruyorum. “Çağatay!” diye sesleniyor biri, etrafa bakıyorum kimse yok. “Sen! Hayatımın anlamı!” diye haykırıyor bu ses… “Allen? Birtanem? Sen misin yoksa bu?” diye söyleniyorum…“Seni çok özledim! Benim yerimi lütfen doldurma” diye kızıyor. O an anlıyorum onun yeri gerçekten dolmuyor.

Birden karşımda belirip okunu çekiyor, “Yapmak zorundayım, lütfen bana kızma” dedikten sonra okunu fırlatıyor… Kaçmaya çalışıyorum ancak üzerimdeki ağır setler hızlı koşmama engel oluyor… Büyücüye sığınıp, “Ne oluyor bana, hemen söyle!” diye haykırıyorum. Gözlerimin içine bakıp beni zehirleyen şeyin “ Aşk” olduğunu söylüyor. Bu sözleri duyduktan sonra içim bir kere daha acıyor. Derhal limana inip gemiye biniyorum, geminin o anki Kaptan’ına gideceğimiz yerin deniz olduğunu söyleyip uzaklara bakıyorum. Nereye gideceğimizi ben bile bilmiyorum fakat denizde kendimi iyi hissediyorum.

Deniz yaratıkları ile karşılaşıyorum, kılıcımla öldürmeye çalışsam bile başaramıyorum. Birden bir haykırış; “Kal Vas Flam”… Bu sese doğru gidiyorum ve Britanya’daki büyücü olduğunu görüyorum. Beni takip etmesine kızıyorum fakat aynı zamanda hayatımı kurtardığı için onu ödüllendiriyorum.

Birden Allen aklıma geliyor. Her yerde onu görür oluyorum, kokusunu hissediyorum. Jhelom’un açıklarına yaklaştığımızda Kaptan’a dönüp, “Britanya’ya dönüyoruz” diye sesleniyorum. Bir gün sonra mezarlığa tekrar giriyorum. “Allen! Allen!” diye haykırıyorum fakat hiçbir ses gelmiyor. Haykırışım yankılanıyor az ilerdeki ormanda. Mezarlıktan çıkmak üzereyken bir ses, “Geleceğini biliyordum”… Her şeye rağmen karşımda beliriyor. Okunu çekip bana doğrultuyor. Kaçmıyorum, ayaklarım sanki sabitlendi yere… Elleri titriyor. Öpmek istiyorum o güzelliği fakat öpemiyorum. Kilitlendim sanki, son bir hamle ile kalkanımı fırlatıp ölüm için hazır bekliyorum.

Birden ruhum bedenimden ayrılıyor, yerde yatan bedenimi gördükçe o ana kadar her şeyin boş olduğunu hissediyorum. Ellerimden tutarak kendine çekiyor… Dudaklarımdan öpüp “Seni çok özledim!” diyor.

Yazar: Çağatay ,,Vebruer” AYYILDIZ
Tebrikler Çağatay güzel bi çalışma Aşk gerçekten etkili bi zehir olsa gerek :)
Adept
4.3
Oldukca paranoyak bir öykü. Okurken bu paranoyaklik ve kafa karmasasi hissediliyor.
Teşekkürler Abadan.

@David
Aşk paranoyak yapar :)
Bu bana daha çok bir hikayenin ultima online oyununa yansıtılması olarak gördüm eline sağlık.
Evet aslında biraz öyle :)
Master
59.2997
Oldukça duygu yüklü bir yazı, güzel olmuş eline sağlık.
Sonlarına doğru anladım hikayenin güzelliğini fakat David'e katılıyorum.

Üye Ol veya Giriş Yap

Bu forum başlığına mesaj atmak istiyorsanız hemen üye olun veya giriş yapın.