Master
59.2997
6. Bölüm,



Yaşlı büyücü Xalor hazırlanmıştı. Chris ve Roan’da hazırdı.
Xalor,
- Hazırsanız gidebiliriz.
Roan ve Chris,
- Hazırız.
Xalor eline meşe ağacından yapılmış özel asasını aldı. Bazı büyülü sözcükler fısıldadı. En sonunda “ Vas Rel Por” diye bağırdı. O anda büyücünün hemen yanında bir büyülü kapı açıldı. Chris ve Roan ilk kez birisini büyü yaparken görmüşlerdi. Şaşkın bir halde yaşlı büyücüyü izliyorlardı.
Xalor,
- Haydi şu kapıdan geçin.
Roan,
- Bu kapı nereye açılıyor acaba?
Xalor,
- Destard zindanının hemen yakınında bir yere.
Önce kapıdan Chris ve Roan geçti. En son Xalor büyülü kapıdan içeriye girdi. Girdikten sonra başka bir büyü ile kapıyı kapattı.
Xalor,
- Beni takip edin.
Chris ve Roan Xalor’u takip etmeye başladılar. Çok az bir süre sonra dağların içersine doğru giden karanlık bir yola geldiler.
Xalor,
- Buradan gideceğiz.
Dağların içindeki karanlık yola doğru girdiler. Yol karanlıktı. İçeriye girdiklerinde her yer kan kokuyordu. Biraz daha gittiklerinde karşılarında Karanlık Ejder duruyordu. Ejderha sakin ve uyuyordu.
Xalor,
- Sessizce şu taşın arkasına geçip saklanın ve sakın oradan çıkmayın.
Chris ve Roan sessizce,
- Tamam.
Yaşlı büyücü ejderhaya doğru döndü ve “An Ex Por “ diye bağırdı. Sesi duyup uyanan ejderha hemen yana doğru yürüdü. Yaşlı büyücünün büyüsü boşa gitmişti. Ejderha ani bir hareket ile büyücünün olduğu yere doğru alev püskürttü. Büyücü kaçmayı başardı ancak pelerini alev almıştı, yanıyordu. Hemen pelerinini çıkartıp kenara fırlattı. Büyücü tekrar ejderhaya dönüp “In Vas Por” diye bağırdı ve o anda zindan sarsılmaya başladı. Chris ve Roan korkmuşlardı.
- Neler oluyor!
diye bağırdılar. Sarsıntı devam ederken zindanın tavanı çatlamaya başlamıştı ve çatlayan tavan bir anda ejderhanın üzerine yıkıldı. Ejderha aniden üzerine tavan yıkılınca yerde hareketsiz kalmıştı. Xalor ejderhayı öldü sandı ve yanına gitti. Ama ejderha ölmemişti. Ejderha Xalor’u tuttuğu gibi tavana fırlattı. Yaşlı büyücü önce tavana, sonra büyük bir hız ile yere çarptı. Ağır yaralı bir haldeydi yaşlı büyücü. Xalor son bir can havli ile “Vas Ort Grav” diye bağırdı. O anda ejderhanın bulunduğu yere birçok yıldırım ve şimşek düşmeye başladı. Ejderha, üzerine yıldırımlar düştükçe bağırmaya başladı ve en sonunda yıldırımlara dayanamayarak öldü. Chris ve Roan hemen saklandıkları yerden çıkıp Xalor’un olduğu yere doğru koştular.
Roan,
- Eski dostum iyimisin?
Xalor ağır yaralı bir halde,
- Ejderha öldü. Şimdi yanına gidip etini hançer ile kesin ve kemiğinin bir parçasını alın. Beni sakın düşünmeyin siz kendinizi buradan kurtarın.
Roan,
- Olmaz seni burada bu halde bırakamayız.
Xalor,
- Bırakın dedim. Sizin yapmanız gereken bir görev var.
Diyerek çantasını açtı. İçersinden büyülü bir kitap çıkartıp Chris’e verdi.
Chris,
- Bu nedir?
Xalor,
- Büyülü bir kitap bunu açtığınız zaman istediğiniz şehre ışınlanlanacaksınız. Ancak unutmayın bunu sadece iki defa kullanabilirsiniz.
Roan,
- Tamam o zaman eski dostum biz kemiği alıp gidiyoruz. Ama sen ne yapacaksın burada, bu halde, tek başına?
Xalor,
- Ben başımın çaresine bakarım acele edin hadi!
Chris ve Roan ejderhanın öldüğü yere gittiler. Ejderhanın üzerine yıkılan kaya parçalarını alıp kenara koydular. Biraz korkuyorlardı. Çünkü ilk kez bir ejderhaya bu kadar yaklaşmışlardı. Ölü bile olsa bu onlar için korkutucuydu. Chris çantasını açıp içersinden hançerini çıkarttı. Ejderhanın bacağını hançer ile kesti. İçerisinden kemiğini bir parçasını alıp çantasına koydu.
Roan,
- Haydi gidelim.
Chris,
- Tamam.
Chris yaşlı büyücünün ona verdiği kitabı kullandı ve bir anda kendilerini Britain şehrinde buldular..
Mükemmel (: :alkis
Gökberk burda bırakılırmı bu hadi çabuk yaz:(
Master
59.2997
7. Bölüm,




Britain şehrine aniden ışınlanınca şaşkın bir haldeydiler. Sonra Chris,
- Acaba Xalor’u orada bırakarak kötümü yaptık, aklım orada kaldı.
Roan,
- O başının çaresine bakacaktır eminim.
Chris,
- Haydi sakin bir yere gidelim, parşömende yazan diğer malzemeleri nerede bulacağımızı konuşalım.
Roan,
- Tamam.
Yürümeye başladılar. Bu gün yaşadıkları aksiyonun heyecanı ve şaşkınlığı hala iki yaşlı adamın gözünün önünden gitmiyordu. Yolda giderken tam da istedikleri gibi sessiz sakin bir yere geldiler. Deniz kenarında kayaların bulunduğu bir yerdi burası. Taşların üzerine oturdular. O saatte gün batmak üzereydi ve manzara mükemeldi. Roan,
- Birkaç dakika şu şahane manzarayı izleyelim ondan sonra neler yapacağımızı konuşmaya başlarız.
Chris,
- Peki.
Gök yüzünde güneş tam batacakken bir anda hava karardı ve üzerlerine büyük bir hız ile parlak, beyaz bir ışık geldi. Ne olduğunu anlamadan kendilerini yerde buldular.

Aradan 5-10 dakika geçti. İki yaşlı adam gözlerini açtılar. İkisi de,
- Ne oldu bize?
Diyordu. Hatırladıkları tek şey üzerlerine parlak bir ışığın gelmiş olmasıydı. Chris uyanmak için denize yüzünü yıkamak için eğildi. O anda denizin içersinde ormanda gördüğü gibi bir ışığın içersinde parşömen duruyordu. Chris,
- Şuraya baksana. Hani ormanda yangından sonra bir ışık çıkıp içersinde parşömen vardı ya burada öyle bir parşömen var.
Roan,
- Hemen alda bakalım neymiş.
Chris suya doğru eğildi, kolunu uzattı ve parşömeni almayı başardı. Aldığı an ormandaki gibi ışık yok olmuştu. Chris parşömeni eline aldığında parşömen sanki suyun içersinden değil de bir çölün ortasından alınmış gibi sımsıcak ve hiçbir ıslaklığı yoktu. Chris parşömeni açtı.
Roan,
- Ne yazıyormuş içersinde dostum.
Chris,
- Parşömende; “Çok oyalandınız. Size 3 gün süre veriyorum. Bu süre içersinde kılıcı üretmeyi başaramazsanız lanetin tadına bakacaksınız!” yazıyor.
Roan ve Chris biraz korkmuştu belli ki. Biraz mı? Çok korkmuşlardı. Roan,
- Haklı çok oyalandık hemen şunu halletsek iyi olacak.
Chris,
- Tamam. Çantandaki parşömeni alıp eksik olan malzemeleri söyler misin?
Roan çantasını açtı. İçersinden parşömeni alıp malzemeleri saymaya başladı,
- Ejderha kemiğini bulduk. Şimdi bulamamız gerekenler, yirmi tane demir külçe, beş tane tahta, bir avuç sarmaşık külü, bir avuç örümcek ipeği.
Chris,
- Demir külçe ile tahta kolay ama sarmaşık ile örümcek ipeğini nereden bulacağız?
Roan,
- Sarmaşığı nereden bulabileceğimizi biliyorum. Yew ormanlarında yaşayan çiftçi bir arkadaşım var ona sorabiliriz. Kesin biliyordur sarmaşık külünü nereden bulabileceğimizi.
Chris,
- O zaman haydi yürü Yew ormanlarına gidelim.
Roan,
- Ama bir sorunumuz var. Yürüyerek yew ormanına gitmemiz günler sürecektir. Ancak bizim 3 gün vaktimiz var.
Chris,
- Ne yapacağız,
Roan,
- Limana gidelim. Orada bir kaptan ile anlaşabilirsek bizi Yew ormanlarına götürebilir.
Chris,
- Tamam o zaman haydi yürü şehir limanına gidelim.
Mükemmel olmuş Gökberk'im :memnun
Master
59.2997
10 günlük bir aradan sonra yazıya devam etme şansı buldum sonunda =)

8. Bölüm,



Biraz ilerledikten sonra Britain şehrinin limanına vardılar. Limanda üç tane gemi vardı. Bunlardan ikisi balıkçı teknesiydi. Büyük olan şehirlerarası ticaret yapan gemilerden birisiydi belli ki. İki adam büyük geminin yanına gittiler. Gemi de sadece çalışan işçiler vardı. Roan geminin yanına yaklaştı,
- Affedersiniz bir şey sorabilir miyim acaba?
İşçiler bir an duraksadı. Suratlarında “Kim bu adam” dercesine bir bakış vardı. Aralarından birisi çıkıp,
- Buyurun.
Roan,
- Bu geminin kaptanını nerede bulabiliriz acaba?
İşçi,
- Britain tavernada bulabilirsiniz.
Roan Chris’in yanına döndü ve,
- Haydi, yürü Britain taverna ya gidiyoruz.
Yolları fazla uzun değildi. Taverna ile liman arası kısaydı. Limana doğru yürürken ikisi de içlerine tertemiz deniz havasını çekiyordu. Britain şehrinin limanlarındaki temiz hava hiçbir şehirde yoktu. Denizin kenarından tavernaya doğru giderken,
Chris,
- Şu balıkçılara baksana, ne kadar azimli ve ustaca çalışıyorlar öyle değil mi?
Roan,
- Evet. Şu balıkçılar ve madencilere çok imreniyorum açıkçası. İşlerini en güzel şekilde yapmaya çalışıyorlar. Sonuçta bir tanesi sayesinde halkın karnı doyuyor, diğeri sayesinde ise şehrin güvenliğinden sorumlu kişilere zırh, kılıç ve benzeri eşyalar üretiyorlar ikisi de kutsal mesleklerden bir tanesi.
Konuşmalarına devam ederken tavernaya gelmişlerdi. Tavernanın kapısını açıp içeriye girdiler. İçeride önce etrafa bir göz attılar.
Roan,
- Sanırım kaptan şu barda oturan olmalı.
Chris,
- Gidip soralım.
Barda oturan adamın yanına gittiler. Barda oturan yaşlı adam içkisini yudumluyorken yanına gelen Roan ve Chris’i fark etti.
Chris,
- Merhaba. Limandaki ticaret gemisinin kaptanı siz misiniz acaba?
Yaşlı adam elindeki içki bardağını masanın üzerine bırakıp arkasını döndü,
- Evet benim ne istemiştiniz acaba?
Chris önce biraz düşündü. Eğer gerçeği bu yaşlı adama anlatırsa onunda başı bu kılıç sayesinde belaya girebilirdi. Hemen başka bir şeyler düşündü,
Chris,
- Efendim bizim Yew Ormanlarına gitmemiz gerekiyor. Sanırım o kıyılardan geçecek tek gemi şu an sizin geminiz. Bizi yew ormanlarının kıyılarına götürebilir misiniz ticarete giderken?
Yaşlı adam,
- Yew ormanlarında ne yapacaksınız?
Chris,
- Arkadaşım ile ağaçları kesip onlardan parşömenler yapıp sonrada halka satıyoruz. Yew ormanları bizim için ağaç kesmek için en uygun yer şu an. Yürüyerek gitmeye kalksak günler sürecek o yüzden sizinde yolunuz oradan geçiyor nasılsa bizi bırakabilir misiniz diye sormak istedik.
Yaşlı adam,
- Elbette. Çalışan insanları çok severim ve size yardımcı olacağım. Gemi yarın gün doğarken kalkacak o saatte limanda olursanız çok sevinirim.
Chris,
- Çok teşekkür ederiz. Bu arada adınız nedir acaba?
Yaşlı adam,
- İsmim Adolph. Sizlerin isimleri neler?
Chris,
- Benim adım Chris, arkadaşımın ise Roan tanıştığımıza çok memnun olduk Adolph Kaptan.
Roan,
- Haydi biz hazırlıklarımızı yapmak için eve gidelim. Yarın sabah görüşmek üzere kaptan.
Chris ve Roan tavernadan ayrıldılar. Britain şehrinde tuttukları otel odasına doğru yol aldılar. Yolda,
Roan,
- Sence bu kaptana güvenebilir miyiz?
Chris,
- Güvenmemiz lazım başka türlü bu işi bitiremiyeceğiz. Süremiz giderek azalıyor yew ormanına gidip şu arkadaşımla görüşüp sarmaşık külünü bulmamız lazım.
Otel odasına vardılar.
Roan,
- Yanına her şeyi aldığından emin ol. Yolumuz uzun buranın birde dönüşü var unutma.
Chris,
- Kalın bir şeyler giymemiz gerekiyor sanırım. Yew ormanları akşamları çok serinmiş duyduğuma göre. Haydi artık yatalım sabah erken kalkacağız.
Roan,
- İyi geceler.
Chris,
- Sana da.


...
Bunları sesli kitap yapıp, U-S'e koycam :D Harika, ellerine,parmak uçlarına sağlık =)
Gökberk " şak şak şak "

*Yalakalık yapar*
-Gökberk abi,abi çok güzel abi,abi abi" :)

Güzel Gökberk'im, ellerine saplık güzel gidiyor. :)
Master
59.2997
Akşama 10. yani son bölümü koyacağım,



9. Bölüm

Ertesi gün erkenden uyandılar. Roan Chris’in kapısının önüne gitti ve kapıyı çaldı. Chris içeriden,
- Girin!
Roan içeriye girdi ve Chris’e,
- Yolculuğa çıkmaya hazırmısın?
Chris,
- Evet. Parşömenleri aldın değil mi yanına?
Roan,
- Evet haydi daha fazla gecikmeden limana gidelim.
Limana gitmek üzere yola çıktılar. Sabahın ilk saatleri Britain şehri çok soğuk oluyordu ancak Yew şehri ağaçlarla kaplı bir şehir olduğu için orada rüzgar ve soğuk kendisini daha fazla belli ediyordu. Uzun zaman geçmeden limana vardılar. Adolph kaptan limanda onları bekliyordu.
Adolph,
- Hoş geldiniz biz de kalkmak için sizleri bekliyorduk. Buyurun içeriye girin hemen kalkıcaz.
Roan ve Chris gemiye bindiler ve geminin arka tarafında bulunan kaptanın odasına girdiler.
Adolhp,
- Siz burada bekleyebilirsiniz. Sanırım yaklaşık olarak üç saat sonra yew kıyılarına varmış oluruz. Ben sizlere haber vericem.
Roan,
- Peki teşekkürler kaptan.
Chris Roan’a,
- Senin arkadaşın inşallah Yew şehrindedir yoksa mahvoluruz. Son iki günümüz kaldı kılıcı yapabilmemiz için. O şarmaşık küllerini bulamamız bizim son şansımız.
Roan,
- Merak etme sen o hep Yew şehrinde. Külleri alıp diğer malzemeleri de tamamlayarak o kılıcı yapacağız ve bu lanetten kurtulacağız. Biraz daha sabretmemiz gerekli ama.

Aradan üç saat geçti. Gemi Yew kıyılarına varmıştı. Adolph kaptan Roan ve Chris’in bulunduğu odaya gitti. İçeriye girdi ve,
- Şu an yew kıyılarındayız. Yolculuk bitti sanırım.
Chris,
- Çok teşekkür ederiz kaptan. Bizi buraya bıraktığın için sana ne kadar minnettarız bilemezsin.
Adolph,
- Bir şey değil. Kendinize Yew ormanlarında dikkat edin. Başınıza bir şeyler gelmesin.
Roan ve Chris gemiden indiler ve Roan’ın arkadaşının evine doğru gitmeye başladılar. Gerçekten de Yew ormanları çok soğuk ve çok sert esen bir poyraz vardı. Yoldaki ağaçlar büyüleyiciydi. Chris ilk kez böyle büyük ağaçlar gördüğünden biraz şaşkındı. Yew ormanları tam bir cennet gibiydi. Çiçekler, böcekler, hayvanlar her şey o kadar uyumluydu ki. Uzunca yürüdükten sonra Roan’ın arkadaşının evine vardılar. Roan kapıya gidip kapıyı çaldı ve daha sonra,
- Eski dostum orada mısın? Ben Roan seninle konuşmaya geldim.
Kapıyı elinde bastonu bulunan yaşlı bir adam açtı.
Yaşlı adam,
- Roan, bu sen misin?
Roan,
- Evet benim Gregor. Uzun zaman oldu değil mi?
Gregor,
- Evet. Haydi içeriye girin dışarısı soğuk.
Roan ve Chris eve girdiler. Tilki derisinden yapılmış yumuşaçık kanepenin üzerine oturdular.
Roan,
- Öncelikle sizi tanıştırayım. Bu Roan benim çook eski bir dostum. Şimdi sana bazı şeyler anlatacağız. Chris maden kazarken siyah bir kutu bulmuş. Kutuyu açtığında içersinden bir parşömen çıkmış, lanetli bir parşömen. O parşömende Tanrı’nın yıllar öncesinde yok olan kılıcının yapımı vardı.
Gregor,
- O parşömeni siz buldunuz demekki. Sanırım kılıcın yapımında gerekli bir malzeme istemeye geldiniz?
Roan,
- Evet nereden bildin?
Gregor,
- Tanrı’nın Kılıcı’nın hikayesini bizzat yaşadım ben. O zamanlar çok ufaktım tabiî ki az çok hatırlıyorum. Size hangi malzeme lazım?
Chris,
- Sarmaşık külü lazım. Nereden bulabileceğimizi söyleyebilir misiniz acaba?
Gregor hiç bir şey söylemeden evinin mahzenine indi. Roan ve Chris şaşkın halde yaşlı adamı izlediler. Gregor evinin mahzeninden geri döndüğünde elinde bir kavanoz vardı. Elindeki kavanozu Chris’e verdi.
Chris,
- Bu nedir acaba?
Gregor,
- Size gerekli sarmaşık külü, sanırım bu kadar yeterli yetmez ise tekrar bana gelin biraz daha bulunması lazım mahzende.
Roan,
- Teşekkür ederiz. Biz kalkalım artık çok işimiz var.
Gregor,
- Bu arada tanıştığımıza memnun oldum Chris. İkinizi de tekrar beklerim. Dilediğiniz zaman gelebilirsiniz.
Roan ve Chris Gregor’un evinden çıktılar ve ormanın içersinde ıssız bir köşeye gittiler. Orada yere oturdular.
Roan,
- Şimdi eksik ne kaldı?
Chris,
- Yirmi tane demir külçe, beş adet tahta, bir avuç örümcek ipeği.
Roan çantasını açıp içersindeki ejderha kemiği ve bir kavanoz örümcek ipeğini yere koydu.
Chris,
- Örümcek ipeğini nereden buldun acaba?
Roan,
- Xalor vermişti. Sana söylemeyi unutmuşum.
Chris,
- Yani artık tek eksik beş tane tahta ve yirmi demir külçe? Bunları bulması çok kolay tahtayı şuradaki ağacı keserek elde edebiliriz. Demir külçe ise benim yanımda var getirdim.
Roan,
- Öyle ise şu ağaçtan bir parça kesip alalım ve yapmaya başlayalım.
Roan çantasının içersinden ufak bir balta çıkarttı. Kalın ağaçlardan birisinin yanına gitti ve ağaca birkaç kez balta ile vurdu. Birkaç tane odunu alıp çantasına koydu.
Roan,
- Haydi bütün eşyaları şurada birleştirelim de eksik var mı bakalım.
Chris malzemeleri ortaya koydu. Bütün malzemeler birleşince britain de otururken olduğu gibi çok büyük bir ışık üzerlerine geldi. İkisi de çok korkmuşlardı. Bu sefer hiçbir şey olmamıştı ancak gene bir parşömen vardı ışığın içersinde duran. Bu sefer Roan aldı parşömeni. Parşömende “Bütün malzemeleri hazırladığınıza göre altta yazan tarife göre kılıcı üretin!” yazıyordu.
Roan,
- Sanırım artık bu lanetin üzerimizden kalkmasına az kaldı. Haydi Minoc madenine gidelim de şu kılıcı üretelim artık.
Chris,
- Peki tamam ama minoc şehrine nasıl gideceğiz?
Roan bir süre düşündü. Bir anda aklına yaşlı Xalor’un söyledikleri geldi.
“Büyülü bir kitap bunu açtığınız zaman istediğiniz şehre ışınlanlanacaksınız. Ancak unutmayın bunu sadece iki defa kullanabilirsiniz.”

Roan,
- Sanırım nasıl gideceğimizi buldum. Hatırlasana Xalor bize bir kitap vermişti ve sadece iki kez kullanabileceğimizi söylemişti. İkinci kez kullanalım bakalım. Kitabı verirmisin Chris?
Chris çantasını açıp içersinden kitabı çıkarttı ve Roan’a verdi. Roan kitabı açtığı an çok parlak ışıklar içersinde kendilerini Minoc şehrinde buldular. Şaşkın bir halde Chris,
- Vay be nereden tahmin etmiş buraya gitmek zorunda kalacağımıza?
Roan,
- O çok kudretli bir büyücüdür sanırım olacakları önceden anladı ve o yüzden bize iki defa demişti. İlk seferinde dikkat etmedim ama iyi ki aklıma geldi yoksa bu şehre varmamız günler sürecekti.
Chris,
- Ben şuradan bir adet demir çekici alıp geliyorum. Sen madende bekle beni.
Roan madene doğru gitmeye başladı. Bir süre sonra Chris madene geldi.
Chris,
- Şu tarifi oku bakalım da nasıl yapılıyormuş bir bakalım.
Roan parşömeni çıkartıp okumaya başladı,
- Burada yazdığına göre “Öncelikle normal bir kılıcı alıp bu kılıcın üzerine sarmaşık küllerini iyice sürün. Daha sonra sarmaşık küllü kılıcı bir süre kızgın ateşte dövün. Dövdükten sonra örümcek ipeğini sarmaşık külü sürülmüş kılıcın üzerinde iyice serpiştirip ateşte eritin. Erittikten sonra demir külçeler ile kılıcı iyice altın ile kaplayın.”
Chris,
- Ee peki tahta da istemişlerdi. Onunla ilgili hiç bir şey yazmıyormu?
Roan,
- Hayır yazmıyor. Ama sanırım biz normal bir kılıç bulmayı unuttuk.
Chris,
- Tahtanın nerede kullanılacağını anladım. Kılıcı kendimiz üreticeğimiz için tahta sapı olarak kullanılacak. Şu kılıcı üretmeye başlayayım artık.
Chris demir külçeleri alıp öncelikle normal bir kılıç üretmeye başladı. Baya bir dövdükten sonra demiri demir bir kılıç üretmeyi başardı. Artık sıra geldi Tanrı’nın Kılıcı’nı üretmeye. Denilenleri tek tek yapmaya başladı. Yaptığı kılıcı alıp üzerine sarmaşık küllerini sürdü. Daha sonra onları ateşte eritip dövdü. Maden şu ana kadar hiç olmadığı kadar sıcaktı. Roan terler içersinde kaldı. Chris külleri sürdükten sonra örümcek ipeğini kılıcın üzerine serpiştirip tekrar dövmeye devam etti. Etraf iyice sıcak olmuştu ve bunaltıcı bir sıcak vardı madende. Son olarak altın külçeleri kılıç ile birleştirmeye başladı. Birleştirme işlemi bitmek üzereyken maden sallanmaya başladı.
Roan,
- Eyvah deprem oluyor!
Chris,
- Son bir aşama kaldı burayı bitirmemiz şart.
Chris son külçeyi de kılıçla birleştirince kılıç çok büyük bir şiddet ile patladı. Maden yıkılmaya başladı. Chris ve Roan yere yığılmıştı. Ayağa kalktıklarında gözlerine inanamadıkları bir şey oldu. Yaptıkları kılıç alevler içersinde parlıyordu.
Chris,
- Haydi çıkalım buradan maden yıkılacak!
Roan,
- Bu kılıç için bu kadar uğraştık onu almadan çıkmam!
Roan hemen koşarak kılıcın yanına gitti. Ellemeye korkuyordu. Bir anda kılıcı eline aldı. Eline aldığı an olanlar oldu. Madendeki sarsıntı durdu sanki hiçbir şey olmamış gibi. Kılıcı elinde aldığı an bir patlama daha oldu.
Chris,
- ROANN !!
Diye bağırdı. Patlamadan sonra büyük beyaz bir ışık belirdi. Işık bir anda simsiyah oldu ve tamamen yok olduğunda korkunç bir görüntü vardı. Roan insan şeklinde bir şeytana dönüşmüştü. Etrafından siyah alevler fışkırıyordu.
Chris,
- Roan bu senmisin?

Roan cevap vermedi. Görünüşü korkunç olmuştu. Ayakları yoktu, ayaklarının yerine yerde bulutlar üzerinde duruyordu, simsiyah bulutlar. Biraz ileriye doğru gitti. Elinde Tanrı’nın Kılıcı vardı. Alev saçan gözlerini açtı. Yoksa bu Tanrı’nın ta kendisi miydi? Kılıcını üretince yıllar önce yaptığı büyük yıkımı tamamlamak için kendisi geri mi dönmüştü?

...
:yes çok süper ..
Master
59.2997
Son bölüm,

Chris yerden kalkmaya çalışıyordu. Kalmasıyla madenin duvarlarına fırlatılması bir olmuştu.
Chris,
- Roan dostum bu sen misin?
Roan’dan hiçbir cevap gelmiyordu. Chris’in üzerine doğru yürüdü. Chris korku içersinde,
- Roan cevap ver bana!
Diye bağırıyordu. Roan Chris’in yanına iyice yaklaştı ve kılıcını çekerek tek bir hamlede Chris’e sapladı. Chris kanlar içersinde kalmıştı. Acılar içersinde inlordu. Kılıç tam kalbinin kenarına doğru isabet etmişti. Son bir nefes ile,
- Roan bu sen ola…
Cümlesini bitiremeden orada can verdi. Chris’i öldüren Roan’ın elindeki kılıç Chris’i öldürdükten sonra daha bir parlamaya başlamıştı, çünkü bu kılıç birisini öldürünce daha çok lanetlenip, güçleniyordu.

Britain şehrinin halkı çok telaşlıydı. Yıllar öncesi olan şey tekrar oluyordu çünkü. Gökyüzü kapkara bulutlarla kaplı ve alevler içersindeydi. Halk panik içersindeydi. Lord British bütün muhafızlarını Britain şehrinde topladı ve bir açıklama yaptı,
- Sevgili halkım, sanırım yıllar önce gerçekleşen olay tekrar gerçekleşiyor. Sanırım Tanrı eskiden tamamlayamadığı işi tamamlamak için geriye döndü. Ancak bu sefer sanırım bizzat kendisi indi Sosiara topraklarına. Çok büyük bir lanet ve güç ile karşı karşıyayız. Ben ve muhafızlarım sizleri korumak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Bu lanet en son Minoc civarlarında görülmüş.
Ve ardından,
- Muhafızlarım! Koruma pozisyonu alın. Şehir’e bütün girişleri kapatın ve halkı güvenli bir yerde toparlayın!
Minoc şehrinde de çok büyük bir panik vardı. Çünkü Roan Minoc şehrine girmişti. Geçtiği her yer alevler içersinde kalıyordu. Böyle büyük bir güce kim karşı gelebilirdi ki.

Minoc şehrinde sağ insan kalmamıştı. Roan’ın yeni hedefi Britain şehriydi. Britain şehrine giderken geçtiği yerdeki bütün ağaçlar birden soluyor, geçtiği yollar alev alıyordu. Aradan çok geçmeden Roan Britain şehrine varmayı başarmıştı. Muhafızlar hemen ellerindeki yay ve oklar ile Roan’a saldırmaya çalıştılar. Ancak bu girişimleri başarısız oldu. Roan tek bir kılıç darbesi ile muhafızları tek tek öldürüyordu. Roan en sonunda Lord British’in kalesine varmayı başarmıştı. Artık çok az sayıda muhafız kalmıştı ve Britain şehri neredeyse tamamen yıkılmıştı. Kaledeki halk korku ve panik içersinde çığlıklar atıyorlardı. Kalenin bütün kapıları kapatılmıştı. Ama bu Roan’ın içeriye girmesini engelleyemezdi. Roan kılıcını duvara vurdu ve kalenin surları yavaş yavaş yıkılmaya başladı. Öldürdüğü kişi sayısı o kadar fazlaydı ki kılıcı artık karşı gelinemez bir güç ile donatılmıştı. Ve artık Roan Sosiara üzerinde kalan son insanların bulunduğu Lord British kalesindeydi. Etraf ok içersinde kalmıştı. Kalan bütün muhafız ve erkek olan halk ellerine yay ve ok almış Roan’ı okluyordu. Ama o oklardan hiçbir tanesi Roan’a işlemiyordu, ta ki bir tanesi dışında..
Gökyüzünden bir anda bembeyaz parlak bir ok Roan’ın sırtına saplanmıştı. Roan bir anda çığlık atmaya başladı. Bu oku atan kişi kim olabilirdi. Kim isabet ettirmişti bu oku? O kadar ok atan kişinin içersinde kimin oku bu kadar etkili ve isabet etmeyi başarmıştı. Oku atan kişi Xalor’du. Xalor Roan’ın başına böyle bir şeyler geleceğini nasıl tahmin edip buralara gelmişti? Nasıl yaşıyordu? Akıllarda sorulan soru çok fazlaydı. Xalor ikinci bir hamle ile bir büyü yaptı. Bu büyü sayesinde Roan bir anda hareketsiz kaldı. Xalor eline tekrar yayını alıp Roan’ın tam kalbine bir ok daha fırlattı. Bu ok ta tam isabet etmişti. Artık Roan acılar içersinde yere yığılmıştı. Lord British şaşkın bir halde içinden “Acaba zayıf yanlarını nereden biliyor bu?” diye geçiriyordu. Xalor Roan’ın yanına gidip Roan’la konuştu,
- Lanetin seni bulacağını tahmin ediyordum. Küçüklükten beri üzerinde sanki bir koruma meleği seni koruyordu. Çok kaza ve beladan kurtuldun. Bunun bir tesadüf olmadığını tahmin ediyordum. Tanrı seni koruyordu ve zamanı gelince lanetini senin üzerinden Sosiara’ya geri getirmek istiyordu. Ve bir gün Chris aracılığı ile sana ulaştı ve laneti senin üzerinden Sosiara’ya indirmeyi başardı. Yıllar önce bu laneti yok ettim, şimdide aynı şekilde yok ediyorum. Elveda eski dostum, keşke böyle vedalaşmasaydık.
Roan bir büyü daha yaptı. Yaptığı büyü ile çok büyük bir patlama oluştu. Lord British dahil herkez yere yığıldı. Çok şiddetli bir patlama oluştu ve bu patlamadan sonra gökyüzü tekrar eski maviliğine geri döndü ve Britain şehri hiçbir şey olmamış gibiydi, sanki evler yanmamış, yıkılmamış, ölen hiç kimse yokmuş gibiydi. Ölen insanlar tekrar canlandı. Ta ki bir tanesi hariç. Kurtulamayan tek kişi Chris'ti.
slot :d harbi bi gün buluşalım küçük parkta filan :D merak ettim seni :D
Bensiz küçükpark ha ünsaç hıh... Evden çok ordayım ztn :D Nedim de gelsin :P

bu arada;

Roan,
- Öncelikle sizi tanıştırayım. Bu Roan benim çook eski bir dostum. (Bu Chris olcak) =)
Dayı finallerim bitti 1 ay it gibi dolaşıcam :D izmirdeki son senem olabilir.
Ünsaç bizi bırakıp gitme.. :D

Ya şaka maka yarın yapalım mı bişeyler.. (Msnden konuşmak varken :P Bi Otantic yapalım :D Daha yeni ordan geldim ya neyse.. Refik abiyi babamdan çok görüyorum :S)



Üye Ol veya Giriş Yap

Bu forum başlığına mesaj atmak istiyorsanız hemen üye olun veya giriş yapın.