Akşama 10. yani son bölümü koyacağım,
9. Bölüm
Ertesi gün erkenden uyandılar. Roan Chris’in kapısının önüne gitti ve kapıyı çaldı. Chris içeriden,
- Girin!
Roan içeriye girdi ve Chris’e,
- Yolculuğa çıkmaya hazırmısın?
Chris,
- Evet. Parşömenleri aldın değil mi yanına?
Roan,
- Evet haydi daha fazla gecikmeden limana gidelim.
Limana gitmek üzere yola çıktılar. Sabahın ilk saatleri Britain şehri çok soğuk oluyordu ancak Yew şehri ağaçlarla kaplı bir şehir olduğu için orada rüzgar ve soğuk kendisini daha fazla belli ediyordu. Uzun zaman geçmeden limana vardılar. Adolph kaptan limanda onları bekliyordu.
Adolph,
- Hoş geldiniz biz de kalkmak için sizleri bekliyorduk. Buyurun içeriye girin hemen kalkıcaz.
Roan ve Chris gemiye bindiler ve geminin arka tarafında bulunan kaptanın odasına girdiler.
Adolhp,
- Siz burada bekleyebilirsiniz. Sanırım yaklaşık olarak üç saat sonra yew kıyılarına varmış oluruz. Ben sizlere haber vericem.
Roan,
- Peki teşekkürler kaptan.
Chris Roan’a,
- Senin arkadaşın inşallah Yew şehrindedir yoksa mahvoluruz. Son iki günümüz kaldı kılıcı yapabilmemiz için. O şarmaşık küllerini bulamamız bizim son şansımız.
Roan,
- Merak etme sen o hep Yew şehrinde. Külleri alıp diğer malzemeleri de tamamlayarak o kılıcı yapacağız ve bu lanetten kurtulacağız. Biraz daha sabretmemiz gerekli ama.
Aradan üç saat geçti. Gemi Yew kıyılarına varmıştı. Adolph kaptan Roan ve Chris’in bulunduğu odaya gitti. İçeriye girdi ve,
- Şu an yew kıyılarındayız. Yolculuk bitti sanırım.
Chris,
- Çok teşekkür ederiz kaptan. Bizi buraya bıraktığın için sana ne kadar minnettarız bilemezsin.
Adolph,
- Bir şey değil. Kendinize Yew ormanlarında dikkat edin. Başınıza bir şeyler gelmesin.
Roan ve Chris gemiden indiler ve Roan’ın arkadaşının evine doğru gitmeye başladılar. Gerçekten de Yew ormanları çok soğuk ve çok sert esen bir poyraz vardı. Yoldaki ağaçlar büyüleyiciydi. Chris ilk kez böyle büyük ağaçlar gördüğünden biraz şaşkındı. Yew ormanları tam bir cennet gibiydi. Çiçekler, böcekler, hayvanlar her şey o kadar uyumluydu ki. Uzunca yürüdükten sonra Roan’ın arkadaşının evine vardılar. Roan kapıya gidip kapıyı çaldı ve daha sonra,
- Eski dostum orada mısın? Ben Roan seninle konuşmaya geldim.
Kapıyı elinde bastonu bulunan yaşlı bir adam açtı.
Yaşlı adam,
- Roan, bu sen misin?
Roan,
- Evet benim Gregor. Uzun zaman oldu değil mi?
Gregor,
- Evet. Haydi içeriye girin dışarısı soğuk.
Roan ve Chris eve girdiler. Tilki derisinden yapılmış yumuşaçık kanepenin üzerine oturdular.
Roan,
- Öncelikle sizi tanıştırayım. Bu Roan benim çook eski bir dostum. Şimdi sana bazı şeyler anlatacağız. Chris maden kazarken siyah bir kutu bulmuş. Kutuyu açtığında içersinden bir parşömen çıkmış, lanetli bir parşömen. O parşömende Tanrı’nın yıllar öncesinde yok olan kılıcının yapımı vardı.
Gregor,
- O parşömeni siz buldunuz demekki. Sanırım kılıcın yapımında gerekli bir malzeme istemeye geldiniz?
Roan,
- Evet nereden bildin?
Gregor,
- Tanrı’nın Kılıcı’nın hikayesini bizzat yaşadım ben. O zamanlar çok ufaktım tabiî ki az çok hatırlıyorum. Size hangi malzeme lazım?
Chris,
- Sarmaşık külü lazım. Nereden bulabileceğimizi söyleyebilir misiniz acaba?
Gregor hiç bir şey söylemeden evinin mahzenine indi. Roan ve Chris şaşkın halde yaşlı adamı izlediler. Gregor evinin mahzeninden geri döndüğünde elinde bir kavanoz vardı. Elindeki kavanozu Chris’e verdi.
Chris,
- Bu nedir acaba?
Gregor,
- Size gerekli sarmaşık külü, sanırım bu kadar yeterli yetmez ise tekrar bana gelin biraz daha bulunması lazım mahzende.
Roan,
- Teşekkür ederiz. Biz kalkalım artık çok işimiz var.
Gregor,
- Bu arada tanıştığımıza memnun oldum Chris. İkinizi de tekrar beklerim. Dilediğiniz zaman gelebilirsiniz.
Roan ve Chris Gregor’un evinden çıktılar ve ormanın içersinde ıssız bir köşeye gittiler. Orada yere oturdular.
Roan,
- Şimdi eksik ne kaldı?
Chris,
- Yirmi tane demir külçe, beş adet tahta, bir avuç örümcek ipeği.
Roan çantasını açıp içersindeki ejderha kemiği ve bir kavanoz örümcek ipeğini yere koydu.
Chris,
- Örümcek ipeğini nereden buldun acaba?
Roan,
- Xalor vermişti. Sana söylemeyi unutmuşum.
Chris,
- Yani artık tek eksik beş tane tahta ve yirmi demir külçe? Bunları bulması çok kolay tahtayı şuradaki ağacı keserek elde edebiliriz. Demir külçe ise benim yanımda var getirdim.
Roan,
- Öyle ise şu ağaçtan bir parça kesip alalım ve yapmaya başlayalım.
Roan çantasının içersinden ufak bir balta çıkarttı. Kalın ağaçlardan birisinin yanına gitti ve ağaca birkaç kez balta ile vurdu. Birkaç tane odunu alıp çantasına koydu.
Roan,
- Haydi bütün eşyaları şurada birleştirelim de eksik var mı bakalım.
Chris malzemeleri ortaya koydu. Bütün malzemeler birleşince britain de otururken olduğu gibi çok büyük bir ışık üzerlerine geldi. İkisi de çok korkmuşlardı. Bu sefer hiçbir şey olmamıştı ancak gene bir parşömen vardı ışığın içersinde duran. Bu sefer Roan aldı parşömeni. Parşömende “Bütün malzemeleri hazırladığınıza göre altta yazan tarife göre kılıcı üretin!” yazıyordu.
Roan,
- Sanırım artık bu lanetin üzerimizden kalkmasına az kaldı. Haydi Minoc madenine gidelim de şu kılıcı üretelim artık.
Chris,
- Peki tamam ama minoc şehrine nasıl gideceğiz?
Roan bir süre düşündü. Bir anda aklına yaşlı Xalor’un söyledikleri geldi.
“Büyülü bir kitap bunu açtığınız zaman istediğiniz şehre ışınlanlanacaksınız. Ancak unutmayın bunu sadece iki defa kullanabilirsiniz.”
Roan,
- Sanırım nasıl gideceğimizi buldum. Hatırlasana Xalor bize bir kitap vermişti ve sadece iki kez kullanabileceğimizi söylemişti. İkinci kez kullanalım bakalım. Kitabı verirmisin Chris?
Chris çantasını açıp içersinden kitabı çıkarttı ve Roan’a verdi. Roan kitabı açtığı an çok parlak ışıklar içersinde kendilerini Minoc şehrinde buldular. Şaşkın bir halde Chris,
- Vay be nereden tahmin etmiş buraya gitmek zorunda kalacağımıza?
Roan,
- O çok kudretli bir büyücüdür sanırım olacakları önceden anladı ve o yüzden bize iki defa demişti. İlk seferinde dikkat etmedim ama iyi ki aklıma geldi yoksa bu şehre varmamız günler sürecekti.
Chris,
- Ben şuradan bir adet demir çekici alıp geliyorum. Sen madende bekle beni.
Roan madene doğru gitmeye başladı. Bir süre sonra Chris madene geldi.
Chris,
- Şu tarifi oku bakalım da nasıl yapılıyormuş bir bakalım.
Roan parşömeni çıkartıp okumaya başladı,
- Burada yazdığına göre “Öncelikle normal bir kılıcı alıp bu kılıcın üzerine sarmaşık küllerini iyice sürün. Daha sonra sarmaşık küllü kılıcı bir süre kızgın ateşte dövün. Dövdükten sonra örümcek ipeğini sarmaşık külü sürülmüş kılıcın üzerinde iyice serpiştirip ateşte eritin. Erittikten sonra demir külçeler ile kılıcı iyice altın ile kaplayın.”
Chris,
- Ee peki tahta da istemişlerdi. Onunla ilgili hiç bir şey yazmıyormu?
Roan,
- Hayır yazmıyor. Ama sanırım biz normal bir kılıç bulmayı unuttuk.
Chris,
- Tahtanın nerede kullanılacağını anladım. Kılıcı kendimiz üreticeğimiz için tahta sapı olarak kullanılacak. Şu kılıcı üretmeye başlayayım artık.
Chris demir külçeleri alıp öncelikle normal bir kılıç üretmeye başladı. Baya bir dövdükten sonra demiri demir bir kılıç üretmeyi başardı. Artık sıra geldi Tanrı’nın Kılıcı’nı üretmeye. Denilenleri tek tek yapmaya başladı. Yaptığı kılıcı alıp üzerine sarmaşık küllerini sürdü. Daha sonra onları ateşte eritip dövdü. Maden şu ana kadar hiç olmadığı kadar sıcaktı. Roan terler içersinde kaldı. Chris külleri sürdükten sonra örümcek ipeğini kılıcın üzerine serpiştirip tekrar dövmeye devam etti. Etraf iyice sıcak olmuştu ve bunaltıcı bir sıcak vardı madende. Son olarak altın külçeleri kılıç ile birleştirmeye başladı. Birleştirme işlemi bitmek üzereyken maden sallanmaya başladı.
Roan,
- Eyvah deprem oluyor!
Chris,
- Son bir aşama kaldı burayı bitirmemiz şart.
Chris son külçeyi de kılıçla birleştirince kılıç çok büyük bir şiddet ile patladı. Maden yıkılmaya başladı. Chris ve Roan yere yığılmıştı. Ayağa kalktıklarında gözlerine inanamadıkları bir şey oldu. Yaptıkları kılıç alevler içersinde parlıyordu.
Chris,
- Haydi çıkalım buradan maden yıkılacak!
Roan,
- Bu kılıç için bu kadar uğraştık onu almadan çıkmam!
Roan hemen koşarak kılıcın yanına gitti. Ellemeye korkuyordu. Bir anda kılıcı eline aldı. Eline aldığı an olanlar oldu. Madendeki sarsıntı durdu sanki hiçbir şey olmamış gibi. Kılıcı elinde aldığı an bir patlama daha oldu.
Chris,
- ROANN !!
Diye bağırdı. Patlamadan sonra büyük beyaz bir ışık belirdi. Işık bir anda simsiyah oldu ve tamamen yok olduğunda korkunç bir görüntü vardı. Roan insan şeklinde bir şeytana dönüşmüştü. Etrafından siyah alevler fışkırıyordu.
Chris,
- Roan bu senmisin?
Roan cevap vermedi. Görünüşü korkunç olmuştu. Ayakları yoktu, ayaklarının yerine yerde bulutlar üzerinde duruyordu, simsiyah bulutlar. Biraz ileriye doğru gitti. Elinde Tanrı’nın Kılıcı vardı. Alev saçan gözlerini açtı. Yoksa bu Tanrı’nın ta kendisi miydi? Kılıcını üretince yıllar önce yaptığı büyük yıkımı tamamlamak için kendisi geri mi dönmüştü?
...