AKPARTİ İktidar oldu olalı.
IMF'ye olan borç kapatılırken, Türkiye'nin borç stoku 1 Trilyon Liraya yükseldi.
IMF’ye borcu kapatmakla övünen AKP, dış borçta Cumhuriyet tarihinde kırılan ‘rekoru’ gizliyor. Oysa Türkiye’nin tarihinde hiç olmadığı kadar bağımlı hale gelmiştir. Biraz ekonomiden anlayanlar ülkenin çok ağır borçluluk ilişkisi içinde olduğunu çok rahat görebiliyorlar.
Halkın ekonomist olmasına gerek yok. IMF’ye olan borcu kapatıyoruz diye şişinenlerin, aslında borcu neyle ödediğini biliyorlar. Cumhuriyetin değerleri bir bir elden çıkartılarak, kazanılan paranın ne olduğunu kimseye açıklamıyorlar.
Hükümet, IMF’ye olan borcu kapatmakla övünürken, dış borçtaki “rekoru” görmezden geliyor. IMF’ye borç kapanıyor ancak diğer taraftan dış borç katlanarak artırıyor.
2002’de 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu, 2013 yılına gelindiğinde 336.9 milyar dolara ulaşmış durumda.
Hazine bugün 19. stand-by çerçevesinde IMF’ye son kez yaklaşık 421 milyon dolar anapara ödemesi yapacak. Böylece Türkiye’nin IMF’ye olan borcu bitecek!
Hükümet, Türkiye’nin sadece IMF’ye borcu varmış gibi bir tablo çizerek, borçların sıfırlandığını savunuyor. IMF’ye borç bitiyor ancak Türkiye’nin dış borcunda “patlama” yaşanıyor.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’de 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu, yıllar itibarıyla sürekli artış gösterdi.
Şöyle bir bakalım: Dış borç 2003’te 144, 2011’de 304 milyar dolara çıktı. 2012 sonu itibarıyla Türkiye’nin toplam dış borcu 336.9 milyar dolara yükseldi.
Özel sektörün dış borcu 2002-2012 döneminde yüzde 425’le artış rekoru kırdı.
Bu dönemde net 183 milyar dolar büyüyen özel sektör dış borcu 43.1 milyar dolardan 226 milyar dolara yükseldi.
Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net 253 milyar lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükseldi.
2012 sonu itibarıyla kamunun toplam 563 milyar TL’lik iç ve dış borcu ile özel sektörün 226 milyar dolarlık dış borcu birlikte düşünüldüğünde Türkiye’nin toplam borç yükü, 1 trilyon TL’ye yaklaşıyor.
Tüketici kredileri ve bireysel kredi kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255 milyara yükseldi.
Bu gerçeklerin ışığında şöyle bir analiz yapmak pekâlâ mümkün! Türkiye Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar daha bağımlı, kendi dinamiklerini kaybetmiş, ucuz ithalat, ucuz işgücü cennetine döndürülmüş durumda. AKP hükümeti de kendisinden evvel gelen diğerleri gibi IMF programını harfiyen izlemekten çekinmemiştir.
Türkiye en yüksek dış borçlanmasını son 10 yılda gerçekleştirmiştir. Türkiye diğer bütün ülkeler gibi IMF’den değil, doğrudan doğruya piyasalardan dış borçlanma yoluna giderek, halktan gerçekleri saklamaktadır.
Daha bitmedi.
Son üç yılda güneydoğuda beş şehirde görev yapan yaklaşık 2 bin 500 polisin haberleri olmaksızın AKP’ye üye yapıldıkları ortaya çıktı. Devlet Memurları Kanunu’na göre, siyasi parti üyeliğinin meslekten men gerekçesi sayılması, sahtecilik yoluyla AKP’ye üye kaydedilen polisleri alarma geçirdi. En az 20 polisin savcılığa başvuruda bulunduğu belirtiliyor.
Radikal'den İsmail Saymaz'ın haberine göre sosyal medyada bir araya gelen polislerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Bürosu ile yaptıkları görüşme sonunda Şırnak, Van, Hakkari, Bitlis ve Tunceli’de 2010-2011 ve 2012 yıllarında görev yapan 2 bin 500 kadar polisin haberleri olmaksızın AKP’ye üye yapıldıkları ortaya çıktı. Sahte yollarla üyelikleri yapılan polisler, Devlet Memurları Kanunu’na göre siyasi parti üyeliğinini meslekten men sebebi sayılması nedeniyle Yargıtay Başsavcılığı’na iletilmek üzere savcılıklara dilekçe verip üyeliklerinin silinmesini istedi.
Bu arada, üye kaydı için nüfus cüzdan fotokopisi, iki resim ve imzalı dilekçenin gerekli olması nedeniyle polis memurları, bu bilgelerin amirleri tarafından verilmiş olabileceği kuşkusunu yaşıyor. Öte yandan sağlık ve milli eğitim personelinin de AKP’ye sahte yollarla üye yapıldığı ileri sürülüyor
Onlarca insanın eline, üc kuruş sıkıştırarak, evine kömür odun yardımı yaparak kumanya erzak yardımı yaparak oy toplamasıda bariz ortada.
Bunun yanısıra.
Hükümetin PKK’yla 2009 yılının Mart ayında yaptığı Brüksel Anlaşması sonrasında Habur’a kadar gelinen süreç ayarlandı. PKK’nın Kandil’deki bir numarası Murat Karayılan Habur’un bizzat Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle gerçekleştiğini açıkladı
Hükümetin, PKK’yla yaptığı anlaşmanın temeli, 2006’lara kadar gidiyor. Hükümet, İmralı ile temasları MİT’e devrederek, dönemin müsteşarı Emre Taner’i, İmralı’ya gönderdi. 2006-2008 arasında PKK’ya silah bıraktırma amacıyla Avrupa kanadı üzerinden yapılan pazarlıklarda dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de ağırlığı olduğu gündeme geldi. 2008 yılında ise Brüksel süreci başladı. Oslo olarak bilinen temaslardan önce Brüksel merkezli yapılan görüşmeler, 2009 yılının Mart ayında anlaşma ile sonuçlanınca, Türkiye Habur’a kadar giden dönemi yaşadı. PKK’lıların Habur’dan giriş yapmasını ise bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın istediği ortaya çıktı. PKK’nın Kandil Dağı’ndaki bir numarası Murat Karayılan, Kandil’e giden Milliyet yazarı Hasan Cemal’e Habur’un Başbakan’ın isteğiyle gerçekleştiğini açıkladı. Cemal, 28 Haziran 2011 tarihindeki köşesinde, Karayılan sözlerini şu şekilde aktardı:
“Habur talebi Başbakan’ın kendisinden geldi. Barış adına somut bir adım diye, bir grup gelsin dedi. Bunu kendi partisine siyasi bir destek olarak da görüyordu sanıyorum. İşte bakın artık dağdan iniyorlar havası... Biz de özenle seçtik Habur’a gidecek olanları. Herhangi bir hukuki problem çıkmasın diye özen gösterdim. Önder Apo’nun bu konuda acaba ters teper mi diye bazı kuşkuları olduğunu da söyleyebilirim. Yaşananlardan sonra Başbakan’ın kendisi kararını değiştirdi, birinci açılım da bitti.”
Anlaşmanın temeli Kerkük petrolleri
Hükümet ile PKK’nın yaptığı anlaşmanın temelinde Kerkük petrollerinin Batı’ya aktarılması yatıyor. Kerkük petrollerinin Batı’ya aktarılması için 2007 yılından itibaren Irak’ın kuzeyindeki yönetimle birlikte hareket eden Hükümet’e ABD tarafından, “Petrol güzergâhında güvenlik sorunu istemiyorum. Bu nedenle PKK sorununu çözün” baskısı yaptı ve Hükümet ile PKK’yı masaya oturttu. Açılım sürecinin nasıl yürütüleceği Atlantik Konseyi’nden David Philips’e hazırlatılan rapor temelinde yürütülürken, Brüksel’de yapılan anlaşma, daha sonra Abdullah Öcalan’la İmralı’da görüşülerek 2010 yılında protokole bağlandı. Brüksel anlaşmasının temelini, PKK’nın nasıl silah bırakacağı ve askerin operasyon yapmayacağı oluştururken, yeni Anayasa da unutulmadı. İşte o anlaşmanın temel maddeleri:
1) Asker operasyon yapmayacak. PKK çatışma şartları oluşturmayacak, çatışmaya girmeyecek.
2) Yeni Anayasa’da Kürtlerin vatandaşlık hakları yeniden kapsayıcı bir dille tanımlanacak. Dil ve kültürel hakları Anayasal güvence altına alınacak.
3) Kürt sorununun çözümü için PKK-KCK ile dolaylı da olsa görüşmeler yapılacak. Silahların tasfiyesi için ortak bir görüş oluşturulacak.
4) PKK’nın yaptığı infazlar ile son 25 yılda Güneydoğu’da resmi görevlilerin terörle mücadele adı altında yaptıkları hukuksuz eylemleri araştıracak bir “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulacak. PKK bu komisyonun istediği bilgileri verecek, arşivlerini açacak. İlgili devlet görevlileri de ifade verecek.
5) Öcalan’ın cezaevi koşulları seçim sürecine kadar iyileştirilecek. (Gazete, dergi, televizyon gibi mahkûm haklarından yararlanmak ve diyalog sürecinde örgüte hâkim olabilmek için PKK ve BDP’den çözüm sürecinde yer alacak isimlerle denetimli olarak iletişim kurmasına izin verilmesi.) Seçimin ardından silahsızlanma aşamasına geçildiğinde Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılarak ev hapsine alınmasına imkân sağlamak için kamuoyu oluşturulacak.
6) Genel af, seçim sonrasında değerlendirilecek. Seçim barajı düşürülerek özellikle Güneydoğu’da oyların Meclis’e daha fazla yansımasının önü açılacak.
Konuşulacak okadar siyasi konular varki ama bizim insanımız bunu anlamalı ve görmeli sineye çekmemeliyiz.
Sunuda belirteyim.
Hic birşekilde tencere tava birbirine vurarak çevremizdekileri taksim meydanına cıkıpta millete laf taş hakaret yağdırılmasında taraftarı değilim.
bir parti üyesisimisiniz diye soracak olursanızda bu zamanda hic bir partiyi desteklemiyorum kendi arasındaki sorunları cözmiyen parti liderleri devleti nasıl kurtaracaktır.
Herkese İyi Forumlar